Meyelânın kalbdeki yansımaları

Avatar photoPosted by

*Kader Risalesi’nin Mütalâası kitabımızdan

Meyelânın kalbdeki derunî yansımalarını Bediüzzaman, Sultan Reşat ile yaptığı Rumeli Seyahatinde karşılaştığı iki muallime verdiği dersde meâlen şöyle dile getirir:

Ayetlerde bulunan, hırsızlığın yapılmaması, yapanın cezası olarak hırsızın ellerini kesilmesi.[1] meâlindeki tehdidi işitenin iman ve itikadı heyecana gelir. Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o hırsızlık meyelânına engel olacak hücum gibi ruhî hâller hâsıl olur. Böylece nefis ve hevesten gelen meyelân parçalanır, çekilir ve git gide o meyelân bütün bütün kesilir. Çünkü, yalnız vehim ve fikir değil, hatta, manevî kuvveler, duygular, akıl, kalb ve vicdan, birden o hisse ve o hevese hücum eder. Şeriat’ın o noktadaki cezasını hatırlatması ile ulvî önleme ve vicdanî bir yasakçı, o hissin karşısına çıkar, susturur.

Evet, iman, kalbde, kafada daimî bir manevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça kalpteki ikazcı; ‘yasaktır!’ der, fena ve kötü meyelânı tard eder, kaçırır.

İnsanın fiilleri kalbin, hissin meyillerinden çıkar. O meyil ise, ruhun duygulanması ve ihtiyaçlarından gelir. Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez.[2]

Meyelânın kalbdeki yansımasıyla iradedeki tecellisini Bediüzzaman Hazretleri Muhakemat’ta meâlen şöyle izah eder:

Dışarıdan gelen etkilerle kalbin bir kısım algılamaları harekete geçerek meyiller ortaya çıkar.[3] Sonraki yolculuk şöyle devam eder: Güya aklın borazanı denilmeye şayan olan irade ses etmekle, kalbin karanlık köşelerinde yatan manalar çıplak, yalınayak, baş açık olarak çıktıklarından, suretlerin yeri olan hayale girerler. O hayal hazinesinde buldukları suretleri giyerler. Burada nihayet en azından başına bir yazma ayağına bir papuç giyer veya bir nişanla çıkar. Hiç olmazsa bir düğmeyle veya bir kelimeyle kendinin nerede terbiye olduğunu gösterir.[4]

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, Rabbanî lâtife olan kalb; duygu ve sezginin oluştuğu, fikirlerin yansıdığı dimağdır.[5]

Kötü şeylerden korunmak için kalbdeki yasakçıyı devamlı faal ve müessir tutmak gerekir ki bunun yolu ise, o konuları sürekli takviye etmekten geçer. Nefsin de kötü şeylere meyilli olduğu hakikatinden hareketle nefsin ikna ve ıslahı için de takviye ve destek alınmalıdır.

Bunların hepsinin muharrik kaynağı, muhafız zarfı, varlık sebebi olan ruhun huzur ve sükûnu da iman nuru ile mümkündür. Akıl, imanî mevzuları okuyarak ikna; kalb onları hissederek mutmain; ruh ise onların nuruyla kavuşarak huzurlu olur. Diğer duyu organlarımız akıl, kalb ve ruhun sükûnu için birer vasıtadırlar.

El, hırsızlığa yönlendiğinde; cezaya çarptırılmak, insanların kötü nazarla bakması düşünceleri iradeyi bir yere kadar etkileyebilir. Hem bu düşünceyi, o elin sahibinin ‘ihtiyacım var’ savunması da etkisiz kılabiliyor.

Had ve cezanın İlâhî emir ve Rabbanî adalet namına icrası; ruh, kalb, akıl, vicdan ve diğer lâtifeler üzerinde etkili bir yaptırımı vardır ki oralarda doğacak meyelânın hayır ise teşviki, şer ise önü alınması vukuattandır.[6]

Mehmet Çetin

18.09.2020 Yeni Foça İzmir

[1] Maide 5/38

[2] Hutbe-i Şâmiye, s.193, 194, 195

[3] Muhakemat, s.104

[4] Muhakemat, s.97

[5] İşârât’ül-İ’câz , s.98

[6] ESDE (2017), s. 265

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir