Eskinin şakalarından dersler

Avatar photoPosted by

Latifeler latîf olsa gerek ki muhatabını kırmamalı, izleyenlere ders verecek hikmette olmalıdır. Bu esas ve prensip temel olmak üzere kimi şakalar da var ki harc-ı âlem denilen cinsten pek kıymet-i harbiyesi olmayan “eşek şakası” nev’inden oluyor.

El şakasının belden yukarı olanları kısmen mazur sayılırken, belden aşağısı olanları da tel’in edilir. Karşısındakini kızdırmak, aşağılamak ya da gülünç durumuna düşürmek maksadıyla yapılan eşek şakalarını da bu hoş karşılanmayanlara dâhil ediyoruz, her ne kadar bazılarını güldürse de. Kimisi ise 1 Nisan gününe mahsus şakalar icad eder.

Hakikaten nedir bu 1 Nisan şakasının hikâyesi?

Endülüs Müslümanlarının son kalesi Gırnata, 15. Yüzyılın sonlarına doğru kuşatılır. Haçlı ordusu uzun süren muhasaranın (kuşatmanın) ardından kaleyi teslim alamaz. Mevsim kış, şartlar kalenin korunmasına destek veriyor. Vaziyetin vahametini bilen Haçlı kumandanı kalenin düşmesi için bir hîle hazırlar.

Kumandan bir eline İncil’i diğerine de Kur’ân’ı alarak kalenin önünden yüksek sesle burçtaki yetkililere seslenir: “Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım.”

Kaledekiler görüşmelerin ardından canlarının kurtulması karşılığında kaleyi teslim ederler. Ancak sabah olduğunda kumandan, Müslümanların öldürülmesi emrini verir. Onlar da: “Hani bizi öldürmeyeceğinize dair söz vermiştiniz?”, derler. Kumandan ise, “Benim sözüm, dün akşam için idi, bugün için size verilmiş bir sözüm yoktur.”,  der.

Hikâyenin doğru veya yanlış olmasının tahkikini ehline havale ederek bizim tarihimizde 1 Nisan şakaları görülmeyip, Batıdan geldiği ise bilinen bir vakıadır ki 1 Nisan şakasının ilkinin 1564 yılında Fransa’da yapıldığı rivayet edilir.

Her milletin kendine mahsus şakalaşması vardır. Şakada, yaşanmışın ve günün hatıraları vardır, nakli ile dilden dile taşınır durur.

Babam Niyazi Çetin’den iki hatıra var ki içinde şaka da mevcut.

Şekerin, pirincin kıtlıkta olduğu zamanın birinde rahmetli babamlar arkadaşının birine “oyun oynayalım da biraz eğlenelim” derler.  Akşamın alaca karanlığında sofradadırlar. İdarenin (aydınlatma lambasının) ışığı da dalga dalga yayılır. Yemeğin sonuna doğru, “getirin şu sütlacı” derler, getirirler ve o arkadaşının hafif önüne doğru kaydırarak koyarlar. Garibim, yufkadan kopardığı koca bir parçayı yarım sokum yaparak heyecan ve iştahla tabağa hızla daldırır. Ancak tabaktan bu hızlı harekete mukabil bir toz dağılır etrafa sessizce “puf” diye. Bizimkilerde kahkahayı anında patlatırlar, zira tabak sütlaç süsü ustaca verilmiş un döşeli idi. O garip emmim ise, yapılan eşek şakasına bozulmuşluğun öfkesinden kıpkırmızı olur lâkin alaca karanlıkta fark edilmez.

İkincisi eşek şakasına daha yakın. Zira eşekten bir parça var şakanın içerisinde.

İnşaatta çalıştıkları 1939’lı yıllarda Durmuş Emmiye öğle molasında bir şaka yaparlar. Ona çaktırmadan yerdeki kurumuş eşek tersini elleriyle ovalayarak tütün şekline getirip tabakaya yerleştirirler. “Durmuş Emmi, sana bir tütün sarayım da içiver çok yoruldun sen bugün”, diye cigarayı verirler. Durmuş Emmi, sigara ağzında olup o muhtar çakmağını çıkarır üçüncü çakışında yakar ve derin bir nefes çekince dehşetli bir öksürük ile elindeki çakmak bir tarafa, ağzındaki sigara başka tarafa sıçrar ve okkalıca bir de küfür. Bizimkiler zaten buna hazır ve alışık zira onlar kendilerince eğlenmenin ve şakalaşmanın tadını çıkarırcasına gülmeye bayılırlar.

Ne diyelim, bunlar bizim kültürümüz ve bir o kadar da değerlerimiz, iyisiyle de kötüsüyle de. Biliyorum, bu hikâyeyi okuduktan sonra yapılan yorumlarda sırasıyla pek çok şaka dolu hatıralar yazılacak. Olsun, onları da buna ekleyerek gelecek nesle naklederiz, o kadar. İşimiz bu…

Mehmet Çetin

28 Ocak 2020 Bostanlı Karşıyaka İzmir

One comment

  1. Bir hatıra şaka da ben nakledeyim. Rahmetli babam Hacı Niyazi Çetin, dükkanın kapısında dikilip dururken geçmekte olan bir ahbabına seslenip yanına çağırır. Dikkatli ol bu akşam bir b… kun çıkacak der. Arkadaşı merak ve endişeyle “Hacı ne duydun Allah aşkına söyle!”, der. Babam, “Olmaz. Yarın gel, söyleyeceğim.”, der.

    Adamcağız gider sabah gelir. “Hacı Allah aşkına söyle! Sabaha kadar uyuyamadım. Ne duydun? Söyle!” Babam da “Akşam bir şey olmadı mı?” der. Adam, “Hayır” der. Babam, “Niye ki, helaya gitmedin mi, akşam?”, der.

    Adamcağız şakayı anlar ve üzerinden büyük bir yük kalkmışcasına keyifle güler…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir