Demek ki hiç sahip olamayacağım!

Avatar photoPosted by

Evet, aynen böyle demişti, Bilâl Efendi.

-Niçin, dedim.

-Biz kapıcı adamız, siz bu arabayı kaç paraya aldınız, hocam?

-Şu kadar paraya, deyince, işte bunun için alamam. Yani o kadar parayı biriktirme şansım olamaz da onun için öyle dedim. Allah, kazasız belasız kullanmak nasip eylesin.

-Sağol Bilâl kardeşim. Ancak, bu sözün içimi acıttı. İzninle böylesi konularda şöyle düşünmeyi tercih ederim. Yani insan, varlık konusunda kendinden daha aşağıdakileri görerek şükretmeli ve helâliyle daha fazla kazanmaya gayret etmeli, hastalıkta da şifa ararken, kendisinden daha fazla dertli olanları görerek hâline şükretmelidir.

-Hocam, bu sözünüze katılmamı beklemeyin. Ortalıkta o kadar adaletsizlikler var ki, anlatmakla bitiremem.

Bilâl, dertli idi anlaşılan. Niye olmasın ki? Hakikaten yaşanılan hayatta iktidara gelen her siyasî hareket, sosyal adaletten bahseder ama gelen gideni aratırcasına mevcudu elden kaybederiz. Her ne kadar kayıp, son zamanlarda madden olmuyor, daha da bolluk var gibi gözükse de kalite ve ekonomik huzur açısından çok gerilere gittiğimiz bilinen ve yaşanan gerçektir. Belki de Bilâl, buna işaret etmek istedi ama o, konuşmasına devam ediyordu ben bunları düşünürken.

-Bak Hocam, aldığım maaş belli. Bu gelir ile bırakın bu arabayı, sıradan bir araba almam bile söz konusu olmaz.

Ne desem ikna olmuyor, derdi fışkırıyordu. Başka cepheden konu açarak oradan onu, günlük hadisenin üzerine çıkararak yaşanılanlara geniş açıdan değerlendirme yapmasını hedefleyerek konuşmasının arasına giriverdim.

-Bu anlattıklarına itiraz edilmez zira yaşanılan ve üzen acı gerçeklerdir. Ben bunların üzerindeki esas ve prensipten bahsetmek istiyorum. Bir insanın haksızlık yapmayıp, çevresiyle uyumlu ve yapıcı geçinmesi için yapılması gereken ön hazırlıklar vardır. O hazırlıkların sağlıklı yapılmasıyla alışkanlıkların doğru ve faydalı şekilde kazanılması mümkün olmaktadır. Bu kazanımlar insanın ahlâkının güzelleştirilmesini oluşturur. O halde konuya bu açıdan baktığımızda hayatın içerisinde başa gelenlere biraz daha üst perdeden bakmayı elzem kılar.

-Ne gibi, Hocam?

-Usta bir terziyi düşünelim. Bir model geliştirmiş ve bunu, birisinin üzerinde prova yaparak görmek ister. Ücret karşılığında bir adam tutar. Onun üzerinde elbiseyi giydirir, oturtur, kaldırır, kolunu söker, kısaltır, keser, biçer ve diker. Bu provalarda ücretini alan adamın “Yahu usta, niçin kesip biçiyorsun? Oturtup kaldırıyorsun? Yazık değil mi?” demesi ne kadar anlamsızdır, bilirsin. Zira o adam bu iş için tutulmuş ve ücreti peşinen verilmiştir.

İşte aynen bu misal gibi Rabbimiz olan Allah, bizi kendisine ait isim ve sıfatlarının tecellisini âdeta prova etmek için bizi yokluk âleminden çıkarıp, beden ve insan olma ücretini peşinen vererek yaratmış. Hem, yontma taş devrinde değil, bugünkü hayatta yaratmış. Hem dünyanın en ücra ve sıkıntılı bölgesinde değil burada yaratmış. Bu gibi ücretleri önceden almışız.

Vazifemiz, bizim üzerimizde tecelli edecek Esma-i İlâhîyeden meselâ Rezzak, Şafi, Muhyi gibi isimlerindeki sıfatların tecelli ile tezahür etmesine vesile olmak gerekir. Mesela Muhyi; hayat vermesi sıfatı ile cansız bedenler hayat buluyor. Şafi; yani şifa verici sıfatı, hastalandığımız zaman tecelli eder. Rızk verici olan Rezzak’ın bu sıfatı için rızka muhtaç hâlde olmamızı gerekli kılar.

Uzaklara gitmeye gerek yok, elimizin altındaki kendi iş, eş ya da evladımız ile bu muamele yapılmaktadır ki buna imtihan deriz. Allah’ın bu sıfatlarının tecellisi esnasında sabredip, isyan etmeyip şükrederek o anda yapmamız gerekenleri doğru şekilde yapmak ile imtihan oluyoruz.

Bu imtihan üç ana konuda devam ediyor. Başa gelen musibetleri imtihan gereği açısından bakarak sabretmektir. Emredilenin yapılması anlamındaki itaat etmede sabırlı olmak ve yoldan çıkmamız anlamındaki asi olmamaya, isyan etmemeye sabretmek diye sıralanan üç ana kolda sabırlı olmak gerekir.

İşte mevcut hâlimizi bu üç sabır cephesinden değerlendirmemiz lazım. Yapılması gerekenleri elimizden geldiği kadar yapıp ve ardından Allah’tan yardım dilemeliyiz. Verdiklerine kanaat ederek, şükredilmelidir. Vermediklerinin de bir hikmeti vardır diyerek, hırsla atılmamak, başkasına verildiğinde itirazla isyan etmemek gerekir. Elimizdekileri akıllıca kullanarak yetinmeli eğer mümkünse artırmanın yoluna bakılmalıdır.

Bilâl, boynunu bükerek, “Bu dediklerinize itiraz edemem, Hocam.” dedi.

Mehmet Çetin

01.02.2019 Batıkent Ankara

2 comments

  1. S. A. yazı güzel olmuş. Teşhisler ve tedavi tavsiyeleri doğru. Fakat müsbet sonuç vermesi zor. Zira yazıda kalbin emaresini, izini hissedemedim. Aklın izi ise bayağı kalınca… Bu anlattıklarını aynen paylaşan, tasdik eden fakat isyan eden çok kişi tanıyorum başta kendim… Beni gerçekten kalbiyle dinleyen, benim baktığım zaviyeden bakma zahmetine giren bir tek kişiye rastlamadım. Bu zamanda insanı her şeyden fazla tatmin eden şey onun derdine aklıyla üzülen değil kalbiyle birlikte ağlayan dosttur. Vesselam
    ***
    Ehl-i kalb Kardeşim

    Yaptığın o çok kıymetli ve hasbî yorumun için Allah razı olsun.
    Hakikaten mühim mevzuya temas etmişiniz. Öyle kanaatim geldi ki yazıdan ziyade bu yorumunuz daha fazla ehemmiyet arz ediyor.

    Allah, razı olsun.M.Ç.

  2. Bazen düşünmüyor değilim. Varlık mı, darlık mı? Tabi ki kimseye muhtaç olmayacak şekilde. Mesele işin sonunu getirmek yani imtihanı kazanmak. Nice insanlar bilirim zenginlikten fayda göremeyen. O güzelim arabaları, tabutları olmuştur. Esas zenginlik, kanaatkârlıktır, ağız tadıdır ve Allah’a imandır. Hakkıyla kazanıp, veren el olmaktır, vesselam.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir