Akıl duygusunda iman sorumluluğu

Avatar photoPosted by

Yaratılıştan sınır konulmayan üç duygumuzdan şehvet ve öfke aslında aklın kontrol alanlarına girmektedir. Girmeli ki şehvet ve öfkenin istikametli kullanımını netice veren imtihan kazanılsın. Peki, aklın istikametli kullanımının açılımı nedir ve nasıl olmalıdır? Bu konu öncekileri de kapsayan çok önemli konudur. Her şekli ile mütalâayı hak etmektedir.

O halde kısaca mütalâa edelim, inşaallah.

Aklın veriliş hikmetinin özet tespitleri ile girelim. Varlığın hakikatini idrak eden, maddi olmayan ama maddeye tesir eden basit bir cevher olarak felsefe tarif eder. Kur’an, insanı insan yapan, ilahi emirler karşısında sorumluluk üstlenmesine vesile olan akıldır, der.

Akıl, bir anahtardır. Mahiyeti meçhul ama eserleri ile varlığını anladığımız akıl, garip bir şey ki yine kendisi, kendisi ile anlaşılmaktadır. Aklın yerine ve aklın vazifelerini yapan aynısı bir başka duyumuz olmadığı için aklın idrakini bir yere kadar akıl ile yapmaktayız. Bu başlı başına hayret veren müthiş bir gerçektir!

Doğuştan ihsan edilen akıl önceleri etkilenerek eğitilir, yetiştirilir ve geliştirilir. Daha sonra o aklın bu süreci devam ederken diğer taraftan başka akılları eğitmeye, yetiştirmeye, etkilemeye başlar. Aynı zamanda her iki muamele olan etkileme ve etkilenmeye tabi olması aklın harika bir alametidir.

His, şuur, akıl, ruh,  nur, sır vs gibi cihazların bir biri ile doğrudan ve dolaylı alakaları olmakla beraber akıl kendi makamı altındakileri iyi bilmekle beraber üzerindekiler hakkında ileri gidemez. Bazılarını hayal dahi edemez. Hayal, kâinatın en geniş ama mevcudatın en mükemmel olanıdır. Hayal, aslına hükmeden bir nurdur.[1] Duyularla idrak edilmeyen tahayyül olunamaz, tahayyül olunamayan da düşünülemez. Dolayısıyla hayal, duyularla düşünce arasında bir idrak gücüdür. Hayal edilirken duyulardan kaynaklanan imajları, birleştirip ayrıştırıp[2] bunlardan hüküm, değer ve bilgiler çıkarma aklın işidir. Manalar kalpten çıkar, hayal suretlendirir, akıl değerlendirir, duyu organları ifade eder.

İnsanı sorumluluk altında tutan duyu organların icraatlarıdır. Duyu organların icraat talimatı akıldan gelmektedir. Verilen talimata uyandan ziyade, emri veren sorumludur. O halde akıl vücudumuzdaki organların icraatının ana sorumlusudur.

Vicdanın/kalbin ziyası din, aklın nuru fen ilimleri tespitindeki reçete, din/ziya; akıl/nur ilk eşlemesinin işareti ile güneşin ziya; ayın nur ile beraberindeki ikinci eşlemesi hakikati aklın, kalbe bağlı olmasını gösteriyor. Zira ay bütün ışığını/nurunu ziyanın kaynağı olan güneşten almaktadır.

Ruh-beden işletmesinde kalb genel, akıl şube müdürüdür. Hayal aklın hem proje müdürü ve hem ar-ge sorumlusudur. Kalpten doğan şuur ve hislerden mevcudiyetini besleyen akıl bütün bunların sorumlulukları ile yüklüdür.

İşte şöyle bir akıl, Allah’ın fıtri olarak kalbe ilham ettiği ışıktan istikamet alarak kararını vermeli. Kalbin his/duygu/latife müdürü olan vicdanın, telkin ve yönlendirmelerine dikkat etmeli. Fikirlerin ana sorumlusu, altındakilerin müdürü olan akıl bunları yok sayamaz.

Eşyadaki gerçekleri ve münasebetleri, akıl; sorgulayıp, değerlendirirken, kalp ziyası olmadan fikrinin nurunun parlak olamayacağını bilir ve bilmeli. Altındaki şubelerin müdürü olan akıl, gelen bilgileri üstündeki müdür olan kalbe havale eder. Kalb kendi içinde gizli genel müdür olan vicdanın talimatı ile bu bilgileri istikametlendirir ve akla rapor eder. Akıl bu rapor ile duyu organlarını yönlendirir.

Vücud işletmesi devri daim halindedir. Her biri, birbirini besler. Sistem böyle kurulmuş. Gıda ağza gelir, ilk muamelenin ardından mideye gönderilir. Midede hazım işleminin ardından bütün azalara dağıtılırken ağza da verilir. Dolayısıyla her biri birbirime yardım ederek işletme devreder durur.

İşte bu işletmenin uygulama/ emir komuta makamında olan akıl; ifrat hali ile eğriyi doğru, siyahı beyaz göstermek isteyen gibidir. Tefrit hali ile, doğruyu/yanlışı bilemeyen hali ile siyaha siyah, beyaza beyaz diyemeyen, bilemeyen gibidir. İstikametli konumu olan beyaza beyaz deyip istifade eder, siyaha siyah der içtinap eder, hikmetle hareket eder.

Hikmetin kendisine verilmesini İlahi ikram bilmeli.[3] Bu cazibenin merkezi bütünü ile acz ve fakrıdır. O halde “akıl”lı akıl, aczini fakrını rahmetin cazibe merkezi konumunda kullanmayı, imanının sorumluluğu alanında olduğunu idrak etmeli.

Mehmet Çetin

12.10.2013.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir


[1] İbnü’l-Arabî, Fütûhât

[2] http://www.ibnularabi.com/ma011.pdf

[3] Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir. Bakara 2/269

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir