Ömer Güzel’den hatıralar

Avatar photoPosted by

Ömer Güzel

Konya Vilayetinin Beyşehir İlçesinin Esence Mahallesi’nin mazisi, Selçuklular devrinde o yörelere yerleştirilen Türkmenlere dayanır. Esence’nin eski ismi Homa’dır. Rum kökenli olan bu isim 1964 yılında Aşağı Esence olarak değiştirilse de 2006 yılında Esence olarak tashih edilir.[1]

Hemen her Anadolu köyü gibi tahıl, sebze ve meyve üretimi yanı sıra Esence ’de pancar üretimi de vardır.

Esence’li Ömer Güzel (1935), bu yazımızın misafiri olup, seksen dört yıllık bir hayatın içerisindeki hatıraları ilgimizi çekmektedir.

Ömer Ağabeyimiz eski ismi Aşağı Homa olan Aşağı Esence’lidir. Kendisi ile Seydişehir’de Nur Sohbetleri vesilesi ile tanışmıştık.

Anadolu’da, erken vakitte torun sahibi olmak için, evladlarını bir an önce evlendirirler; “Ben hayatta, gözüm açık iken seni evlendireyim, …” gizli endişesi, aceleci babaları tahrik eder. İşte o babaların evladlarındandır Ömer Güzel. Henüz on altı yaşında iken babası evlendirir. Evinde üç çocuğu var iken de askere gider.

1956 yılında vatanî hizmetini yapmak üzere Burdur’a gider. Bir yıl sonra köyüne izine giderken Isparta garajında bayide gördüğü Hür Adam Gazetesi dikkatini çeker ve alır. Gazetenin bütün sahifelerinde neşredilen Yirminci Söz’ü, köyüne gelinceye kadar okur. Okudukları çok dikkatini çeker. Şimdiye kadar işitmediği mevzuları ilgi çekici, çok ikna edici güzel ve akıcı bir üslupla nakledilmiş.

Hür Adam, Sinan Omur’un (1898-1974) yayınladığı müstakil siyasî bir gazetedir. Yayın hayatında Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur’u neşrettiği gibi matbaasında da Risale-i Nur’u basar.

Sinan Omur, Üstad Bediüzzaman’ı iki defa ziyaret eder. İlk görüşmesi Birinci Cihan Harbinde, l9l5 senesinde Süphan Dağı’nda. İkinci görüşü ise1925 senesi başlarında Van’dan sürgün hadisesi sebebiyle getirilip ve kısa süre kaldığı İstanbul-Eminönü’ndeki Hidayet Camiinde olur.

Sinan Omur bu ilk ziyaretinde öğretmen okulu talebesidir. O yıllarda Bediüzzaman ise Şarkın savunmasını yapan Keçe Külahlılar diye bilinen milis teşkilatının başında miralaydır.  Miralay, Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kullanılan mirliva ile kaymakam rütbeleri arasında olan ve günümüz rütbelerinden albaya denk bir askerî rütbedir.

1960 darbesi öncesi Risale-i Nur eserlerini basan Sönmez ve Çeltut matbaaları, darbe sonrası Risale-i Nur’u basmaktan çekinirler. 1960 yılındaki darbeye kadar matbaası ve gazetesi ile Risale-i Nur’un o dönemdeki matbuat hizmetinde ciddi hizmetleri geçen Sinan Omur, Bediüzzaman’ın takdir ettiği ve gazetesini takip ettiği şahsiyetlerdendir, Allah rahmet eylesin.

Asker Ömer, köyünde iznini bitirdikten sonra birliğine döner ama gözü, Bediüzzaman’ı tanıyan birisini aramakta. Nihayet bölüğündeki Karaköseli Gıyasettin Aras ile tanışır ve görüşür. Gıyasettin,  Arapçayı iyi biliyor ve hoca idi. Çarşı iznine çıktıklarında Burdur merkezindeki Kavaklık Camiinde öğle namazlarını kılarlar. Bu camiye Gıyasettin’in önceki gelmelerinin birinde bir Nur Talebesi ile tanışır ve kendisini dershaneye dâvet ederler, beraber giderler. Orada Gıyasettin’e Eşref Edib’in hazırladığı Üstadın hayatını anlatan küçük tarihçesini hediye ederler. Ancak Gıyasettin, yeni harfleri okuyamıyor. Kitabı Ömer okur, arkadaşı dinler, bu işi birkaç sefer yaparlar. Bediüzzaman’ı ziyaret etmek istediğini Kıyaseddin, Nur dershanesi ziyaretinde dile getirir ama “Bu ara çok sıkı tutuyorlar, hem askersiniz, terhis sonrası gidin.” derler. Dolayısıyla ziyaret gerçekleşmez.

1958 senesinde terhis sonrası köyüne dönen Ömer, müdâhili bulunduğu cinayet hadisesi sonunda 1959 yılında Konya’daki hapishanede yatar. Dokuz buçuk yıl süren hapishane hayatının son on ayını Ankara hapishanesinde geçirir. Ankara’daki hapishane döneminde Hacı Bayram’daki 27 diye bilinen dershaneye gider ama kimse ile tanışamaz. 1967 yılında tahliye olur.

Konya hapishanesine kalırken 1959 yılı sonundan itibaren zaman zaman Nur talebelerinden bazıları, yapılan baskın neticesinde grup grup hapishanede üç beş aylık kısa dönemlerle yatar, çıkarlar. Bunlardan Dr. Sadullah Nutku, Mustafa Özsoy, Mazhar İyigören, Said Gecegezen,  Mustafa Kırıkçı ve yine Mazhar isimli Nur Talebeleri cezaevinde kalırlar.

İsmi sayılan Nur Talebeleri kısa dönem aralıkları ile içeride kalıp tahliye sonrasında dışarıdan risale temini ve diğer beşerî ihtiyaçların karşılanmasında yardımcı olurlar.

Sadullah Nutku, öğle namazı sonrasında mahkûmlara ders yapar.

Eskişehirli İsmet Özkan ile hapishanede tanışır. Özkan, ehli tarik imiş, Kendisine Risale-i Nur’u tanıtır. İsmet Özkan’ın Nur Talebesi olmasından aynı tarikattaki arkadaşı rahatsız olur

Konya hapishanesi, kapasiteli bir cezaevidir. Meslek sahibi mahkûmlar için içeride çeşitli atölyeler var ve orada çalıştırılıyor. Ömer, marangoz olduğu için mobilya imalatı işinde çalışır. O devirdeki Maarif Müdürlüğü büro malzemelerinin temininde görev alır.

Bir defasında müdürün odasındaki büro mobilyasını istediği gibi güzelce imalatı yapar ve çok hoşuna gider, memnun kalır.

Cinayet işlemesi sebebiyle mahkûm olan Ömer Güzel, bu kebairi işlemesi sebebiyle fevkalâde üzülür, ağlar, sürekli dua eder. İşlemiş olduğu bu kebair yüzünden imanından olup olmadığı, dinden çıkıp çıkmadığı konusunda çok üzülür. O günlerde köyünden ziyaretine gelen hocanın tesellileri de fayda vermez. Üzüntü ve dua devam eder. Nihayet 13. Lem’a’nın Beşinci İşaretindeki mevzuyu okuyunca şükrederek rahatlar.

Üstad Bediüzzaman Beşinci İşarette enfüsî bir muhasebe yapar ve Ehl-i Sünnet’in diğer mezheplerden farkını nazara verir:

“Cenab-ı Hak, Kütüb-ü Semaviyede beşere karşı şu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtar, tehdid ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizb-üş şeytanın ( şeytanın taraftarının) mükâfatsız çirkin zaîf desiselerine karşı mağlub olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba iman varken, Cenab-ı Hakk’ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor?
        اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفًا  “Muhakkak ki şeytanın hilesi pek zayıftır.” (Nisa/76) sırrıyla şeytanın gayet zaîf desiselerine kapılıp Allah’a isyan ediyor. Hatta benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına kapıldı, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsiz bir insan idi, diye o bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim.
Sonra sâbık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile LİLLAHİLHAMD, hem Kur’an-ı Hakîm’in azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu, hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığını, hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini, hem Mu’tezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi “Günah-ı kebairi irtikâb eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır.” diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikati bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk’a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünkü sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile
(alıcı), hem nâkile (verici) iki cihaz hükmündedirler.
İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk’ın “Gafur”, “Rahîm” gibi iki ismi, tecelli-i a’zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’an-ı Hakîm’de Peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye davet ediyor.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  kelime-i kudsiyesini her sure başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vasiasını melce ve tahassüngâh gösteriyor ve فَاسْتَعِذْ (Euzü çek) emriyle “Eûzü billahi mineşşeytanirracîm”kelimesini siper yapıyor.

Üstadın, Mu’tezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi rağmına Ehl-i Sünnet’in günah-ı kebairi işleyen imandan çıkmayacağını ya da iman küfür ortasında kalmayacağını ifade eder. Bu ifadesi elbette o kebairi, günah-ı kebairlikten düşürmüyor ancak o günahı işleyeni, ümitsizlikten kurtarıp, ümide, hassaten tövbe ve mağfiretle duaya ve Eûzü billahi mineşşeytanirracîm kalesine sığınmaya dâvet ediyor.

Elverir ki işlenen o kebair, terk edile, devam edilmeye.

Günah işlemek, imanın eksikliğinden olmayabilir ama işlenen günahın imanı azalttığı bilinen bir vakıadır. Bu sebeble günahtan sonra derhal istiğfar edilmelidir ki azalan iman o samimi tövbe ile muhafaza edilsin. Bazı haddi aşan duyguların, mevcut imandan daha baskın olarak iradeyi tahrik ettiği de unutulmamalıdır.

Ömer Güzel, Üstadının bu müjdeli ihtarını okuyunca çok sevinir, teselli olur ve tövbe ve istiğfarını daha da çoğaltır.

***

İçeride iken beş altı arkadaş olarak Risale-i Nur’u okurlar. Ancak cezaevi idaresi özellikle müdürü rahat vermez. Bu eserler yasak diye ellerinden alır.

O sıralar bir savcı, cezaevinin müdürünün üzerinde cezaevi yönetiminden sorumlu vazifeli olarak gelir. Ömer Güzel, savcının odasının mobilyasını değiştirir. Savcının çok hoşuna gider. Ömer’e,

-Bir ihtiyacın var mı?

-Var Efendim.

-Nedir?

-Efendim! Biz burada vazifelerimizi yapıyoruz. İstirahat vakitlerinde ibadetimizi yapar ve kitap okuyorum. Müdür Bey o kitapları yasak diye aldı.

-Ne kitapları o?

-Risale-i Nur.

-Kitaplar nerede?

-Muhasebeci irfan Beyin odasındadır.

Savcı, müdürü çağırır ve kitapları getirmesini ister. Gelen kitaplara bakar ki 1956 yılı Sinan Omur matbaası baskılı ve beraat kararları yazılı. Müdüre,

-Bu kitaplar yasak değil, bak burada beraat kararları da var, der ve kitapları iade edilir.

****

İçerideki altı arkadaş olarak bayram tebriği arkasına Risale-i Nur’dan vecizeleri yazarak bastırıp dağıtmak isterler. Said Gecegezen’e bu taleplerini anlatır, o da dışarıda beş yüz adet bastırır ve getirir. Bir kısmını Gecegezen dağıtırken kalan kısmını da Ömer ve arkadaşları dağıtırlar. Antep Cezaevindeki bir arkadaşına da gönderir. Tebrik, idarenin eline geçince mahkeme açılır, ağır cezada yargılanırlar. Cezaevi içerinde sıkıntı yaşarlar, Birkaç duruşma sonrasında beraat eder.

1960-1964 yılları arasında yapılan ihbar ya da şikâyetler sebebiyle Konyalı Nur Talebeleri sık sık cezaevine girer çıkarlar.

1967 yılında tahliye olur. Köye dönüşünde orada fazla durmaz ve Seydişehir’e gelir. Alüminyum Tesislerine işe girer.

Yeni arkadaş bulmak, beraber Risale-i Nur’u okumak için arkadaş arayışına girer. İş çıkışı yatsı namazına değişik camilere gider. Sonrasında kendisi ile beraber dört arkadaş olurlar. Birisi, Gevrekli Yaşar Hocadır. Yaşar Hoca; Mustafa Şirin’e, Kemal Hoca’ya ve rahmetli Yusuf Karadağ Hocaya Risale-i Nur’u tanıtan çok ehl-i hizmet arkadaşıdır. Diğeri Akşehir’li bir arkadaşıdır. Üçüncüsü de İzmir’li Seydişehir Akbank Müdürü Nuran Kitapçı.

Müdür Nuran Bey, halkı uyandırmak ve harekete getirmek adına bir program yapılmasını arkadaşlarına teklif eder. Uzun görüşmeler sonunda bir piyes oyunu ortaya konulmasına karar verirler. Hz. Ömer’in zamanında gerçekleştirilen kısas hadisesini sahnede oynayarak halka bir heyecan getirmeyi hedeflerler.

1969 veya 1970 yılında on bir kişilik bir ekip kurarlar. Değişik meslekteki kişilerden oluşan bu ekip kış boyu hem hazırlanır ve hem de risale dersi yaparlar. Piyes metninde yer yer Risaleden pasajlar eklenir ve halka dinî mesajlar verilir. Ekibin içerisindeki Bahattin Paslı metindeki risaleden cümlelerden çok etkilenerek duygulu ve coşkulu şiirler yazar.

Seydişehir Sinema Salonundaki ilk oynamaya halk fazla rağbet etmez iken ikinci oynamada salonda yer kalmaz. Beyşehir Belediyesinin Sinema Salonunda ve Karaağaç’da gösterime girerler. Yeni bir piyes hazırlayıp oynamak isterler lâkin Seydişehir Savcılığı izin vermez. Bu ara ilk piyesin sözlerinde geçen “Nur” kelimeleri ile Nurculuğu iltisaklayarak mahkemeye verilir.

İmam Hatip Okulu Yaptırma Derneği yardımı adına oynanan bu piyes hizmetlerinde dernek başkanı da yardımcı olur. Sonradan anlaşılır ki bu dernek başkanı “Bunlar Nurculuk propagandası yapıyorlar” diye mahkemeye şikâyette bulunmuş.

O günlerde İzmir’den Prof. Dr. Saffet Solak, ilmî bir konferans vermek üzere Seydişehir’e gelir. Kendisinin herhangi bir grup ya da tarikata mensup olmadığını, mücerret olarak Allah’ın varlığını ilmen isbat etmek üzere geldiğini ifade eder. Çok güzel ve istifadeli bir konuşma yapar. Hüsmen Duran, Saffet Hocanın bu hizmetine vesile olur.

Saffet Hocanın bu ziyareti esnasında Banka Müdürü Nuran Beyin odasında, şikâyette bulunan Dernek Başkanının da olduğu grup halinde fotoğraf çekilirler. Dernek Başkanının eli, yanındaki arkadaşının omuzu üzerinde imiş. Dernek Başkanı, mahkemeye sunduğu belgeler arasında bu fotoğrafı da delil olarak sunar ancak kendi resmini fotomontaj yaparak siler. Diğerleri ile mahkemeye verilen Saffet Hoca, duruşmaya gelmeden uzun incelemeler sonunda buradaki fotomontajı çözer ve o şikâyetçi kişinin elinin yanındaki arkadaşının omuzu üzerinde olduğunu ispat eder.

Mahkeme süreci esnasında Seydişehir’deki bir kısım avukat gelir, savunmayı fahri üstlenmek isterler. Ancak, Ömer Güzel ve arkadaşları, onları kırmadan söz konusu mahkemenin ehemmiyetli olduğunu dolayısıyla bu konuda çok tecrübeli olan Avukat Bekir Berk’e vermek istediklerini söylerler.

Av. Bekir Bey, ziyadesiyle meşgul olduğu için savunma tutanağı gönderir. Duruşma günü yazılı müdafaası sonucu beraat ederler, lakin kitaplar verilmez. Durum Av. Bekir Berk’e bilgi verilerek temyiz edilir ve nihayetinde iade edilir.

Şikâyette bulunan Denek Başkanı aynı zamanda imamdır. Ömer Güzel ve arkadaşları Nur Talebelerini,  halkın nazarından ıskat ettirerek nazarların kendisine çekilmesini isteyen kıskanç bir şahsiyetmiş.

1968 yılında ilk defa Isparta Mevlidi tanzim edilir. Seydişehir’den arkadaşları ile beraber, Konya’daki Nur Talebelerinin organizesiyle mevlide giderler. Halil Uslu ve on on bir kişilik bir ekiple yolculuk yapılır.

O ilk mevlid ve sonrasında Sungur, Zübeyir, Bayram, Kutlular Ağabeyler ile görüşürler. Sungur ve Bayram Ağabey, devamlı Beyşehir, Seydişehir ve Bozkır’da Nur Hizmetinin başlayıp başlamadığını sorarlar.

Ömer Güzel, yaşının ilerlediği son yıllar hariç Isparta, Kocatepe Mevlitlerine sürekli gider. Bu programlarda Mehmet Kutlular Ağabey ile görüşür. Yeni Asya’yı ilk çıktığı sayıdan itibaren takip eder. Mustafa Polat’ı, Erzurum’daki Hareket Gazetesini takip etmiş.

Mustafa Özsoy, her hafta motosikleti ile Beyşehir ve Seydişehir’e derse gelir, görüşürler.

Mehmet Çetin

(İlk görüşme 27.08.2019), (İkinci görüşme 19.09. 2019) Yeni Foça İzmir

 

[1]http://asagiesencesehitademmeralilkokul.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/42/06/730974/dosyalar/2015_02/16114728_beysehir.doc?CHK=59e2300dad15b69958f2802aa163e91c

2 comments

  1. Çok güzel derlenmiş bir hatıra. Fakat bence en önemli ayrıntı İmam Hatip Derneği başkanı il ilgili kısım. İnandığım bir tez vardır. İ.H. mektepleri insanların R.N. Lara teveccüh etmesini önlemek için derin devlet tarafından kurulmuştur. İşte bu vakıada dernek başkanının jurnallemesi de bunu doğruluyor. Bu vesileyle konuşmalarımızda ve yazılarımızda o mekteplere ve mensuplarına sempati oluşturmamaya özen göstermek lazım. Zaten malum merkez kontrollü bir şekilde o mektepleri siyasal islâm’ı doğuracak bir şekilde yönlendirmiş ve R.N.un tasvip etmediği cereyanı iktidara getirmiştir. Bugün de bu ayırımı idrak edemeyen kardeşlerimiz güya din adına taraf olmaktadır. Allah idrak nasib etsin.

Ufuk özaktaś için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir